Türkiye’de Üniversiteler

Üniversiteler bilimin üretildiği temel kurumlar olmalarının yanı sıra beşeri sermaye oluşumunda da çok önemli role sahipler. Dolayısıyla, bir ülkenin kalkınma ve büyüme potansiyelini anlamak için o ülkedeki üniversiteleri de ayrıca ele alıp incelemek gerekiyor. Üniversite tercihlerinin yapıldığı bu günlerde, Türkiye’deki üniversitelerin durumuna bir göz atmak istiyoruz. Dr. Elif Özcan-Tok ile hazırlamış olduğumuz Türkiye Bilim Raporu’nun 3. bölümünde, Türkiye’deki üniversiteleri mercek altına aldık. Bu blogda da sonuçlarımızı sizlerle paylaşıyoruz.

Türkiye Bilim Raporu Bölüm 3: Üniversiteler 

Türkiye’de özellikle 2006 ve sonrasında çok sayıda üniversite açıldı. Bu hızlı genişlemenin altında istihdam imkanı yaratmak, bölgeler arası gelişmişlikte var olan dengesizlikleri gidermek ve genç nüfus oranının yüksekliği ve okullaşmadaki artış kaynaklı artan yükseköğretim talebini karşılamak gibi nedenler yatıyor (Arap, 2010; Çelik and Gür, 2013; Gür, 2016). Grafik 1, yıllar itibarıyla açılan üniversiteleri gösteriyor. Buradan, üniversitelerdeki genişleme sürecinin 3 ayrı dönemi açıkça seçiliyor: 1992 öncesi, 1992-2005, 2006 ve sonrası. 1992 yılında bölgeler arası gelişmişlik düzeyini dengelemek amacıyla birçok ilde devlet üniversiteleri açıldı. 1993-2005 yıllarında açılan üniversitelerin çoğu vakıf üniversiteleri. 2006 ve sonrasında her ilde bir üniversite hedefiyle üniversite açılışlarında büyük bir hızlanma yaşandı.

Üniversite sayısını artırmak araştırmacı sayısını da artırmak anlamına geliyor. Dolayısıyla, bilimsel çalışmaların sayısında da artış beklemek çok doğal. Burada daha önemli soruları sormak gerekiyor. Üniversite açılışları verimlilik artışını da sağlıyor mu? Açılan tüm üniversiteler yeterince verimli mi? 2011-2015 döneminde araştırmacı başına düşen yayın sayısını üniversitelerin verimliliği olarak alalım ve yıllar itibarıyla illerdeki ortalama üniversite verimliliğinin değişimine bakalım. 1987 yılında az sayıda üniversite mevcut ve Ankara en verimli il olarak görünüyor. 1992 yılında en verimli il değişmiyor ve yeni açılanlar görece düşük verimliliğe sahip. 2005 yılında yeni açılan vakıf üniversiteleri ortalama verimliliği aşağı çekmiş durumda. 2006 ve sonrasında her ile bir üniversite açılması ve büyükşehirlerdeki üniversite sayısının da artması ile ülke genelinde ortalama verimlilikte gerileme gerçekleşmiş ve neredeyse homojen bir yapıya ulaşılmış (Grafik 2).

Verimlilik düzeylerinin birbirine eşit olmaması yeni kurulan üniversitelerdeki fiziki, maddi ve idari koşullar, öğrenci sayıları, atamalar/yükselmeler arasındaki farklılaşmadan kaynaklanıyor. Bu faktörler devlet ve vakıf üniversiteleri arasında da büyük oranda ayrışıyor. Grafik 3, devlet ve vakıf üniversiteleri bazında bilimsel yayın sayılarının gelişimini sunuyor. Logaritmik bazda çizilen bu grafiklerin eğimi, toplam yayın sayılarındaki artış oranını göstermekte. Devlet üniversiteleri ölçek olarak daha geniş olduğu için bilimsel yayın sayısı da daha fazla. Ancak, vakıf üniversitelerindeki artış daha hızlı. 2006 sonrasında devlet üniversitelerinde daha fazla olmak üzere her iki grupta da yavaşlama mevcut (grafiklerin eğimleri azalmakta).

Basit olarak düşünüldüğünde daha fazla araştırmacı daha fazla bilimsel çalışma demek. Ancak, bu ikisi arasında birebir ilişki bulunması için tüm araştırmacıların aynı oranda üretken olması gerekiyor. Araştırmacı sayısındaki artışın bilime katkısı araştırmacıların ne oranda yayın yaptığıyla alakalı. 2006 yılına kadar devlet üniversitelerinde yayın yapan araştırmacıların ortalama oranı artıyor, sonrasında ise sabit bir seyir mevcut. Vakıf üniversitelerinde başlangıçta bu oran daha yüksek. Yenilerinin kurulmasıyla bu oran devlet üniversiteleri ile aynı seviyeye geliyor (Grafik 4).  

Grafik 5, üniversitelerin akademisyen sayısı açısından büyüklüklerini gösteriyor.  Kırmızı olanlar 2006 ve sonrasında kurulan üniversiteler ve daha çok düşük grupta yoğunlaşıyorlar.

Graph_5.PNG

Üniversitelerin araştırma performansını ölçmek için büyüklüğü de hesaba katmak gerekiyor. Araştırmacı başına düşen makale sayısı makul bir ölçüttür. Ancak, bu ölçütün zayıf yanı da çalışmanın niteliğini göz ardı etmesidir. Bir makalenin kalitesini yayınlandığı derginin etki puanına bakarak sayısallaştıralım. Ancak, farklı alanlardaki etki puanlarını birbiriyle karşılaştıramıyoruz. Örneğin, tıp alanındaki makaleler ortalamada daha fazla atıf aldığından bu alandaki etki puanları da daha yüksek. Bu sebeple, her bir alandaki maksimum ve minimum etki puanlarını alarak [0,1] arasına normalize ettik. Normalize edilen etki puanlarını makalenin kalite göstergesi olarak kabul ederek kaliteye göre düzeltilmiş toplam yayın sayısını araştırmacı sayısına oranlayarak bir verimlilik göstergesi oluşturduk. Grafik 6’da üniversiteleri 2006-2015 dönemi bu verimlilik göstergesine göre sıraladık.  Genel olarak, daha köklü olan üniversiteler ile tıp fakültesine sahip olanlar daha verimli görünüyor. Bu kritere göre Koç, Sabancı ve Bilkent Üniversiteleri (KoSaBi) en verimli vakıf üniversiteleri iken, Boğaziçi, Hacettepe ve Orta Doğu Teknik Üniversiteleri (BoHaMe) en verimli devlet üniversiteleri olarak ortaya çıkıyorlar.(*)

En iyi üniversiteler ile diğerlerinin zaman içerisindeki seyrini karşılaştıralım. En verimli 3 vakıf üniversitesi olan ‘‘KoSaBi’’nin ortalama verimlilikleri zaman içerisinde gittikçe daha yüksek bir ivme yakalamış. En verimli 3 devlet üniversitesi olan ‘‘BoHaMe’’nin ise zaman içerisinde verimliliklerini, özellikle 2011 sonrası arttırmalarına rağmen, KoSaBi ile olan verimlilik farklarında büyüme gerçekleşmiş. Diğer devlet ve vakıf üniversitelerinde ise 2006 ve sonrasında ciddi bir durgunlaşma mevcut (Grafik 7).

Buraya kadar baktığımız akademik verimlilik göstergelerinde üniversiteler için toplu rakamlara odaklandık. Şimdi isterseniz üniversitelerin her birinin verimliliklerine odaklanalım. Bir üniversitenin verimliliğinin ne kadar tabanına yayıldığını anlamak da önemli bir kriter. İsterseniz bunu bir örnekle açıklayalım: Aynı yıl içerisinde 10’ar adet yayın yapan ve 2’şer adet araştırmacıya sahip olan A ve B üniversitelerini ele alalım. A üniversitesinde tüm yayınlar tek kişi tarafından yapılsın, B üniversitesinde ise her iki araştırmacı da 5 yayın yapsın. Toplulaştırılmış ortalama rakamlarla baktığımızda A ve B’nin verimlilikleri birbirine eşit, ancak B’nin performansı eşit katkıyla elde edilmiş. Şimdi, üniversitelerin akademik verimliliklerinin ne kadar tabana yayıldığına bakalım. Grafik 8a’nın yatay ekseninde kaliteye göre düzeltilmiş verimlilik, dikey ekseninde de üniversitelerdeki yayın yapan araştırmacı oranı sunuldu. Üniversite büyüklüklerini belirlerken, YÖK istatistiklerinde üniversiteler bünyesinde yer alan çeşitli araştırma enstitülerindeki araştırmacılar dahil edilmediğinden, veri tabanımızdan da yararlandık. Bir araştırmacının ilk yayın yaptığı tarihi giriş yılı olarak kabul ettik. Araştırmacının yayın yapmadığı yıllara sıfır değerini verdik ve araştırmacının başka bir üniversite adresli yayın yaptığı yıla kadar aynı üniversitede kaldığı varsaydık. Daha sonra her bir yıl için YÖK istatistiklerindeki öğretim elemanı sayısı ile veri tabanından hesapladığımız araştırmacı sayısının maksimumu kullandık. Koç ve Sabancı Üniversitelerinde hem verimlilik hem de yayın yapan araştırmacıların oranı yüksek seviyelerde. Kafkas ve İzmir Katip Çelebi gibi üniversitelerde elde edilen yüksek verimlilik seviyesi kısıtlı sayıdaki araştırmacıların performanslarıyla elde edilmiş görünüyor. Hem verimliliğin hem de yayın yapanların düşük olduğu sol alt kısımda sarı renk ile gösterilen 2006 ve sonrasında kurulan üniversiteler yoğunlaşıyor. Bu da 2006 sonrası açılan üniversitelerin akademik araştırmadan ziyade, öğretim faaliyetlerine daha odaklı olabileceklerini gösteriyor. Grafik 8a’daki verimlilik ve yayın yapma oranı verileri “Ek” kısmındaki tabloda tüm üniversiteler için sunulmuştur. Grafik 8b ve 8c ise tüm üniversiteleri Tıp Fakültesi ağırlıklı olan ve olmayan üniversiteler olarak ikiye bölerek Grafik 8a’yı tekrarlıyor.

Peki, üniversite verimliliğinin belirleyicileri neler? Yukarıdaki grafiklerden elimizde birkaç gözlem var:

  • Daha geçmişi olan üniversiteler akademisyen sayısı bakımından daha büyükler ve verimlilikleri genel olarak daha yüksek.

  • Tıp fakültesine sahip üniversitelerde verimlilik daha yüksek.

  • Devlet ile vakıf üniversiteleri birbirinden ayrışıyor.

Unutulmamalı ki, üniversitelerde görevli bir öğretim elemanı zamanını araştırma ve eğitim faaliyetleri arasında paylaştırıyor. Dolayısıyla, öğrenci sayısı verimliliği etkileyen bir faktör. Bununla ilintili olarak doktora öğrencileri araştırma faaliyetlerine katkıda bulunabileceğinden, lisans öğrencilerinden daha farklı bir etki yaratacaktır. Ayrıca, yeni açılan üniversitelerdeki başlangıç kadrosunun akademik performansı üniversitenin gelecek yıllarını etkileyebilir.

Üniversite verimliliğini daha sistematik olarak analiz etmek için sıraladığımız bu gözlemleri dikkate alan bir regresyon modeli oluşturalım ve etkileri inceleyelim. Verimlilik göstergesi olarak 2011-2015 döneminde araştırmacı başına düşen ortalama yayın sayısını kullanalım:

Grafik 9, regresyon sonuçlarını gösteriyor. Buna göre, verimlilikle pozitif ilintili olan faktörlerden ilki üniversitenin yaşı; yani, köklü üniversiteler ortalama olarak daha verimli.  Araştırmacı başına düşen doktora öğrencisi sayısı da verimlilikle pozitif ilişkili. Araştırmacı başına düşen doktora öğrencisi sayısı %1 arttığında akademik verimlilik %0,29 artıyor. Çekirdek kadronun akademik performansı da verimlilikle pozitif yönde ilintili. Vakıf üniversiteleri daha yüksek verimliliğe sahip. Buradaki en önemli ve enteresan bulgu ise araştırmacı başına düşen lisans öğrencisi sayısı arttıkça ise verimlilik geriliyor. Araştırmacı başına düşen lisans öğrencisi sayısındaki %1’lik artış akademik verimlilik %0,21 düşürüyor.

Türkiye’de genç nüfus oranı yüksek ve zaman içerisinde okullaşma oranı da artmış. Bu sebeple, yükseköğretime olan talepte de hızlı bir artış yaşanmış. Bu talebi karşılamak adına hem yeni üniversiteler kurulurken öğrenci kontenjanlarında da artış yapılmış. 2009-2010 öğretim yılında ortalama %15-20, 2010-2011 öğretim yılında ilave %5 artışa gidilmiş. Grafik 10, üniversitelerde öğretim elemanı başına düşen lisans öğrenci sayısındaki artışı gösteriyor. 2008 öncesi 12 seviyelerinde dalgalanan oran, kontenjan artışlarının ardından yaklaşık 16’ya kadar tırmanmış.

Üniversite kontenjanlarına yönelik yapılan değişikliklerde, üniversitelerin bilimsel araştırmaların yapıldığı temel kurumlar olduğu ve bu faaliyetlerin ekonomik çıktıları göz önüne alınarak aksamaması gerektiği unutulmamalıdır. Artan üniversite mezun sayısını istihdam edecek iş piyasası var olmadığında artan yükseköğretim talebini karşılamanın bir getirisi bulunmuyor. Aksine, çok sayıda kişinin işsiz kalmasına ve motivasyon bozukluğuna yol açıyor. Aynı zamanda, yükseköğretimin beşeri sermayeye yaptığı katkının da değersizlemeşine neden oluyor. Bu sebeple, bu tür kararlar verilirken istihdam piyasalarının yapısını da göz önüne almak gerekli. Yoksa,
biriken beşeri sermaye ile istihdam imkanları arasında etkin olmayan eşlemeler ortaya çıkıyor.

Sonuçlarımız bazı önemli politika önerilerinde bulunuyor:

  • Köklü ve verimli üniversitelerdeki doktora öğrenci sayısını artırmak birkaç kanaldan verimliliği olumlu etkileyecektir. İlki, bu öğrencilerin araştırma faaliyetlerine katkısı. İkincisi, iyi üniversitelerde yetişen araştırmacıların daha nitelikli yapısının kadrosuna katıldıkları yeni üniversitelerde hem üretkenliği hem de eğitim kalitesini yükseltecek olması.

  • Doktora öğrencisi sayılarını düzenlemelerle artırmak mümkün. Ancak, bu artışa doğru araştırmacı adaylarından ne kadar talep olacağı bir soru işareti. İnsanların doktora eğitimine olan taleplerini artırmak politika tasarımı için önemli. Bunu sağlamak için
    üniversitelerdeki fiziki, maddi ve idari koşulların cazip hale getirilmesi şart.

  • Araştırmacı başına düşen lisans öğrencisi sayısının araştırma faaliyetlerini aksatamayacak düzeyde olması gerekiyor.

(*) Gebze Teknik Üniversitesi’ni, 2014 yılına kadar üniversite statüsünde olmadığı için, en iyiler sıralamasına dahil etmedik.

Ek Tablo

Prof. Dr. Ufuk Akçiğit

Chicago Üniversitesi ekonomi bölümünde öğretim üyesidir ve ‘‘Arnold C. Harberger’’ kürsüsüne sahiptir.

Akademik: ufukakcigit.com | Blog: artnotlari.com

Twitter: @ProfUfukAkcigit | Biyografi: Buraya tıklayınız

Previous
Previous

Türkiye’de Araştırmacıların Verimliliği

Next
Next

Türkiye’de Bilimsel Çalışmalar