Çin Ekonomisine Bir Bakış

Bu çalışmada emeği geçenler: Ufuk Akçiğit, Elif Özcan-Tok, Younghun Shim, Nil Taşpınar ve Deniz Tokmakoğlu.
——

13 Aralık akşamı katıldığım Teke Tek Bilim programından sonra çok sayıda olumlu geri dönüş aldım. Yorumlardan çoğu programda üzerine sohbet ettiğimiz konularda gösterdiğimiz grafiklerin paylaşılmasıydı. Tamamen verilere dayalı yaptığımız bu analizlere olan ilgiden dolayı, araştırma ekibimle beraber bu çalışmaları kendi blog sayfam aracılığıyla paylaşmaya karar verdik. İlk olarak son günlerde yoğun olarak tartışılan “Çin ekonomik modeli” konusunda bulgularımızla başlayacağız.

 

Çin Ekonomisinin Büyüme Hikayesi

 

İlk başta yüksek merkezi kontrol ve dünya ekonomisinden izole edilmiş bir şekilde yönetilen Çin Ekonomisi, 1979 yılında yaptığı serbest pazar ve dünya pazarına entegrasyon politikaları ile dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yerini aldı. Basit bir şekilde, ekonomik büyüme belirli bir zaman içerisinde bir ekonominin üretim kapasitesinde ve ekonomik kaynaklarının miktarında meydana gelen artışı ifade ediyor. Dünya Bankası tarafından “Dünya tarihinin en hızlı sürdürülebilir büyüyen ekonomisi” olarak da anılan Çin, gerçek anlamda her 8 yılda bir ekonomisini 2 katına çıkardı. Bu eksponansiyel büyüme ile 1997 yılında düşük gelir ekonomiden orta gelir ekonomiye, 2010 yılında ise yüksek-orta gelir ekonomi kademesine yükseldi.

Peki, Çin bu hızlı büyümeyi nasıl başardı? Sürdürülebilir ekonomik büyüme, sadece tek bir alana odaklanarak değil; ancak, endüstri politikaları, ekonomi politikaları, hukuki düzenlemelerdeki değişimler gibi birden fazla politika aracının uyum içinde yürütülmesiyle gerçekleştirilebilir. Bu blogda Çin ekonomisinin yıllar içinde gelişimini birçok yönüyle inceleyeceğiz.

İlk olarak, kişi başına düşen milli gelire bakalım. 1970’lerde Çin’deki kişi başına düşen gelir miktarı Türkiye’de kişi başına düşen gelir miktarından daha düşük olmasına rağmen, 2020’ye gelindiğinde ise Çin, Türkiye’yi geçmiş bulunuyor. Grafik 1’e baktığımızda Çin ekonomisindeki büyümenin yeni bir atılım olmadığını, uzun vadeli ve istikrarlı bir seyir kaydederek oluştuğunu görüyoruz. Serbest Pazar modeline geçişle birlikte bir miktar ivme kazanan kişi başına düşen milli gelir, 1994 yılı itibarıyla daha hızlı bir şekilde artmaya başlıyor. 2010 yılında yüksek-orta gelir ülkeler grubuna dahil olan Çin’de ekonomik büyümedeki istikrar devam ederek 2020 yılında Türkiye’nin önüne geçiyor. Benzer şekilde, daha düşük kişi başına düşen milli gelire sahip olan Güney Kore 1980’den sonra Türkiye’nin önünde ilerliyor.

Çin ekonomik büyümesi sadece tek bir politika uygulanarak elde edilmedi. Bu başarı hikayesinin arkasında olan faktörlerden biri de inovasyon. Daha önce 28 Temmuz tarihli bir blog yazımızda da anlatmış olduğumuz gibi (blog yazısı ve oradaki Grafik 1) inovasyonu oluşturan ise iki temel unsur var: uygulamalı araştırmalar ve temel bilimsel araştırmalar. Uygulamalı araştırmalar çoğunlukla firmalar tarafından, temel bilimsel araştırmalar ise üniversiteler aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Bu bağlamda, bir ülkenin büyümesi firma ve üniversitelerinin gelişmesi ve işbirliği ile paralel bir seyir izliyor.

Uygulamalı araştırmalar ayağındaki gelişimin en belirgin göstergesi patentler. Grafik 2, zaman içerisinde Çin, ABD ve Türkiye’de kişi başına düşen patent sayısını gösteriyor. ABD, 1980’lerden itibaren lider konumda. Çin ise 2000 yılında patent üretiminde ciddi bir atılım yaparak ABD’yi geride bırakıyor. Kişi başına düşen patent sayısı 2000’lere kadar Çin ile başa baş giden Türkiye ise yarışın çok gerisinde kalıyor. Son yıllarda Çin’de kişi başına üretilen patent sayısı Türkiye’deki rakamın yaklaşık 10 katına tekabül ediyor.

Temel bilimsel araştırmalar ayağında da benzer tablo göze çarpıyor. Grafik 3’te ülkeler bazında toplam makale sayısının seyri logaritmik ölçekte sunuluyor. 1980’de Türkiye ile aynı seviyede akademik makaleye sahip olan Çin ve Güney Kore daha hızlı bir artış gösteriyor. 2000’li yıllarda Çin’de üretilen makale sayısındaki büyüme daha da hızlanarak neredeyse ABD’yi yakalıyor.

Patent ve bilimsel makale sayılarındaki hızlı artış Çin’in teknolojik bir atılım gösterdiğini ifade ediyor. Bu gelişmelere bağlı olarak ülkenin ihracattaki yüksek teknoloji payı da artıyor. 2007 yılı itibarıyla gözlemleyebildiğimiz ihracatta yüksek teknolojinin payının Çin’de %30 civarında olduğu görülüyor. Güney Kore de benzer seviyeyi takip ediyor. Türkiye’de ise yüksek teknolojili ürünlerin ihracat içindeki payı %5’in altında seyrediyor (Grafik 4).

Çin’deki büyüme hikayesinin başlangıcına bakıldığında, işçi ücretlerin düşük seviyesi yabancı firmaların üretim tesislerini Çin’e taşımaları için çekici bir unsur oluşturmuştur. Ancak, firmalar üretim tesislerini taşımalarına rağmen, AR-GE çalışmalarını gerçekleştirebilecek düzeyde eğitimli insan kaynağının eksikliği ve fikri mülkiyeti koruma konusundaki çekinceler sebebiyle, AR-GE merkezlerini götürmemişlerdir. Zaman içerisinde yurtdışında eğitim alıp kendilerini geliştiren Çinli öğrencilerin tersine beyin göçüyle beraber, üretim tesislerini Çin’e taşıyan yabancı firmalar, kendi sistemlerinde eğitim görmüş daha ucuza çalıştırabildikleri çalışanlarla buluşma fırsatı elde etmiştir. Bunun yanı sıra, Çin hükümetinin gerekli hukuki değişikliklerle fikri mülkiyetin korunması konusunda gelişme kaydetmesiyle, firmalar AR-GE merkezlerini de taşımaya başlamıştır. Bu süreç Çin’in teknolojik gelişimi için önemli bir fırsat sunmuştur.

Ekonomik büyüme için şirketlerin gelişimi ve desteklenmesi önemli etkenler. Ancak bu tek başına yeterli değil. Aynı zamanda, beşeri sermayenin gelişimi de sağlanmalıdır. Teknolojik atılımın eğitimli nüfus aracılığıyla gerçekleşmesi sebebiyle, bir popülasyonun doğru eğitilmesi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirilmesi gerekiyor. Bu sebeple, eğitim politikaları da ekonomik büyümeye yönelik bütüncül yaklaşımın ayrılmaz bir parçası. Grafik 5, yıllar itibarıyla yetişkin nüfus içerisindeki yükseköğretime katılım oranını gösteriyor. Güney Kore ve Çin bu oranda ABD’ye göre daha hızlı bir artış sergileyerek ABD’yi geçiyor. En hızlı artışı kaydeden Çin’de toplam yetişkin nüfusun yükseköğretime katılım oranı 1997’de %5 iken, 2020 yılında %55’i aşmış durumda. Türkiye bir miktar artış göstermesine rağmen 2020 yılında %22 oran ile ABD, Güney Kore ve Çin’in çok gerisinde kalıyor. Bu bağlamda Çin’deki ekonomik büyüme eğitimli nüfus oranındaki artış ve inovasyon alanındaki gelişmelerle doğrudan ilişkilidir.

Çin’deki büyüme başarısı görüldüğü üzere kısa vadeli bir oluşum değil. Farklı alanlardaki uzun vadeli birçok politikanın uyum içinde uygulanmasının sonucudur. Bu sebeple, tek bir araçla Çin’e benzer bir büyüme elde etmek mümkün değil. Her ülkenin ekonomik büyümesinin önündeki engeller farklıdır. Dolayısıyla, ülkeler üretim, finansal sistem, hukuk, eğitim gibi ekonomik ve sosyal hayatın her bir parçasını ele alan kendi problemlerine özgü çözüm politikaları tasarlamalıdır.

Prof. Dr. Ufuk Akçiğit

Chicago Üniversitesi ekonomi bölümünde öğretim üyesidir ve ‘‘Arnold C. Harberger’’ kürsüsüne sahiptir.

Akademik: ufukakcigit.com | Blog: artnotlari.com

Twitter: @ProfUfukAkcigit | Biyografi: Buraya tıklayınız

Previous
Previous

İş İlanı

Next
Next

Bir Bilim İnsanı Hayal Et!