Türkiye Akademik Diaspora Raporu
Berkay, Çağatay, Deniz, Elif, Jeremy, Nil, Sinan, Younghun ve diğerleri… Bugünden itibaren birkaç gün boyunca okuyacağınız çalışmanın arkasındaki ter, emek ve kalp mesaisinin sahipleri. Üç yıl önce Elif Özcan-Tok ile birlikte Türkiye Bilim Raporu’nu hazırlamış ve Türkiye’deki bilim ortamının ve üniversitelerinin detaylı analizini yapmıştık. O çalışmayı yapmak hiç kolay olmamıştı. Öncelikle böyle bir analiz yapmak için veriler mevcut değildi. Biz de taşın altına elimizi sokmuştuk ve Chicago Üniversitesi haricinde hiçbir yerden destek almadan dünyada yapılmış tüm akademik yayınların veri tabanlarını satın almış ve Türkiye’ye ait kısmını kullanarak analizlerimizi yapmıştık. Çıkan sonuçlarımızı da bu blogda her gün parça parça yayınlamıştık. Rapor tamamlandığında detaylarını Fatih Altaylı’nın Teke Tek Bilim programında paylaşmıştık ve o yayın geniş yankı uyandırmıştı (Yayın kaydı için: Türkiye'de üniversitelerin bilim dünyasında yeri ne? | Teke Tek Bilim - 16 Ağustos 2020)
Aradan üç yıl geçti ve biz çalışmalarımıza tüm gücümüzle devam ettik (hatta bu dönemde ekibimize Demir bebek de katıldı 😊). Amacımız Türk akademisini sadece Türkiye sınırları içinde analiz etmek yerine, dünyadaki yetişmiş insanlarımızı da incelemeye dahil etmek ve Türkiye’ye yapabilecekleri katkıları anlamaktı. Bu noktada önümüzde bazı sorunlar vardı. Öncelikle dünyadaki Türk akademisyenlerin bir veri tabanı yoktu. Benzer şekilde bizim verilerimizde de yazar isimleri olmasına rağmen kimin kim olduğu bilinmiyordu. Yani verilerde iki tane “Mustafa Özdemir” veya iki tane “Ayşe Yılmaz” varsa bu iki kişi aynı kişiler mi yoksa benzer isimli iki farklı akademisyen miydi? Buna benzer başka sorunları da çözmek hiç kolay değildi. Biz de bu veriyi kullanılabilir hale getirmek için birbirinden yetenekli kişileri bir araya getirdik. Onlara şimdi ayrı bir paragraf açmak istiyorum.
Berkay Saygın Chicago Üniversitesi’ne doktora öncesi araştırmacı olarak geldi ve başarılı bir doktora başvuru sürecinin ardından gelecek yıl yine Chicago Üniversitesi’nde doktora programına başlamaya hak kazandı. Çağatay Koca İTÜ’de çok başarılı bir bilgisayar mühendisliği doktora öğrencisi. Deniz Tokmakoğlu proje esnasında Chicago Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi’nde yüksek lisansını tamamladı. Jeremy Pearce doktorasını Chicago Üniversitesi’nde tamamladı ve gelecek yıl New York Merkez Bankası’nda işe başlayacak. Nil Taşpınar Koç Üniversitesi ekonomi bölümünde doktorasına devam ediyor. Sinan Parmar Boğaziçi Üniversitesi’nde başarılı bir fizik öğrencisi ve gelecek yıl Chicago Üniversitesi’ne doktora öncesi araştırma yapmak için gelecek. Younghun Shim Chicago Üniversitesi’nde ekonomi doktorasını tamamlamak üzere ve gelecek yıl IMF’de işe başlayacak.
Yani ne kadar şanslıyım ki adeta bir yıldızlar takımı ile böyle zor bir projede çalışma fırsatı buldum. Proje tamamen ekibimizin inisiyatifiyle yapılmış ve ekibimizin emek ve fikirleriyle oluşmuştur. Tabii bu projeler hem zaman hem de maddi kaynak açısından zorlu projeler. Unutulmamalı ki bu projelerin bütçeleri yüksek ve bilim için büyük ya da küçük her katkı değerli. Bu tarz çalışmaları ayağa kaldırabilmek için yurt dışında hem akademi hem de özel sektör el ele veriyor. Projemizin Türkiye’de böyle bir iş birliğine örnek olmasını ayrıca çok önemli buluyorum. Projemizin olgunlaşma sürecinde Sn. Faruk Eczacıbaşı ve Türkiye Bilişim Vakfı yanımızda oldu. Bu noktada projemizin bazı masraflarına destek olan Türkiye Bilişim Vakfı’na çok teşekkürler ederiz.
Biz Türkiye Akademik Diaspora Raporu’nda hangi sorulara yanıt vermeye çalışıyoruz? İlk olarak, Türkiye’nin milli gelirinin tarihsel bir fotoğrafını çekerek başlıyoruz ve ardından ekonomimizin neden uzun yıllardır sürdürülebilir bir büyüme patikasına giremediğini veriler ışığında analiz ediyoruz. Raporumuzdan aldığımız Şekil 1, Türkiye’nin kişi başı milli gelirinin 1960’tan beri her yıl için ABD’nin kişi başı milli gelirine oranını gösteriyor. Dünya Bankası’nın veri tabanına göre, bugünkü doların alım gücüyle, Türkiye’nin 1960 yılındaki kişi başı milli geliri 508 dolar. Aynı milli gelir, 2021 yılında ise 9.661 dolar. Yani aslında bu 60 sene içerisinde Türkiye’nin milli gelirinde ciddi bir artış olmuş. Bu durumda, Türkiye başarılı bir büyüme sağlamış denebilir mi? Ne yazık ki, hayır.
Asıl önemli olan Türkiye’nin kendi geçmişine kıyasla ne kadar büyüdüğü değil; dünyanın diğer ülkelerine kıyasla ne kadar büyüdüğü. Eğer diğer ülkeler Türkiye’nin büyümesinden daha da büyük oranlarda büyüyorsa, bu ülkeler Türkiye’yle arayı açıyor, her geçen gün daha fazla katma değer üretiyor ve refahlarını daha çok artırıyor demektir. Türkiye’nin diğer ülkelere kıyasla nasıl performans gösterdiğini objektif olarak ölçmenin yolu tüm ülkelerin milli gelirlerini 1960’tan beri düzenli ve başarılı bir şekilde büyümeyi başarmış bir ülkeye oranla incelemek. Biz de bu analizimizde, kırmızı ile gösterilen Türkiye’nin ve arka planda gri çizgilerle gösterilen ülkelerin kişi başı milli gelirlerini ABD’nin kişi başı milli gelirine böldük. Tüm ülkeleri oranlamak için ABD’yi seçtik çünkü, ABD yaklaşık 200 yıldır düzenli olarak büyüyor ve bugün en zengin ülkelerden biri.
Bu durumda ABD’nin ABD’ye oranı tanım gereği bire eşit olduğundan şekildeki düz mavi çizgi ile gösteriliyor. Öte yandan Türkiye’nin küçük iniş-çıkışlar yaşamasına rağmen yıllarca %20’lerin altında takılıp kaldığını görüyoruz. Bu aslında şu demek. Türkiye’nin milli geliri 1960’ta 508 dolarken, ABD’nin milli geliri 3.007 dolarmış, yani ABD’nin %17’si. Gel gelelim Türkiye 2021’de 9.661 dolara ulaştığında ABD 70.249 dolarlara kadar yükselmiş, yani Türkiye’nin ABD’ye oranı %14’e gerilemiş. 2000’lerin başında yakalanan ivme de 2013’ten sonra kaybedilmiş. Dolayısıyla bugün itibariyle bırakın ABD’ye yaklaşmayı, Türkiye yavaş adımlar atarken, ABD arayı daha da açmış.
Peki sizce bizim konumumuzdaki her ülke aynı şekilde yerinde mi saymış? Yanıt yine “Hayır”! Şekil 2’de bir önceki grafiğe uzun vadeli ekonomik büyümeyi başaran bazı ülkeleri ekledik. Grafiğe eklenen ülkelerin ortak bir özelliği var. Bu ülkelerin tamamı 1960’ta Türkiye’den daha gerideyken 2021’de Türkiye’nin önüne geçmişler. Bunlardan Singapur, 2021’e gelindiğinde ABD’den %4 daha büyük hale gelmiş. Benzer şekilde 1960’ta büyüme yolculuğuna ABD’nin %5’i olarak başlayan Güney Kore, 2021’de ABD’nin tam yarısına denk gelecek kadar büyümeyi başarmış. Litvanya, Polonya, Şili, Çin… Hepsi Türkiye’den daha çok büyümüş ve ABD’ye daha çok yaklaşmışlar. Peki bu ülkeler bunu nasıl başarmış?
Bu ülkelerin hepsi, büyümeyi sadece sermayeyi genişleterek büyüme ile sınırlamayıp, üretimlerinde verimlilik artışı sağlamayı başarmışlar. Üretimde verimlilik derken neyi kastediyorum? Farklı ülkeler aynı sermayeleri kullanarak farklı ürünler üretebilirler. Örneğin bir ülkedeki işçi bilgisayar kullanarak fabrikadaki üretim sürecini planlarken, diğer ülkedeki işçi aynı bilgisayar ile yazılım geliştirebilir. Ülkelerin aynı kaynakları kullanarak katma değeri daha yüksek ürünler üretebilmesine verimlilik denir.
Peki üretimin önemli bir parçası olan verimlilik nasıl tanımlanır, nasıl ölçülür ve nasıl geliştirilir? Belki de anlaması en zor sorular bunlar. Çünkü, ekmek, domates, elbise gibi ürettiğimiz ürünler elle tutulur şeyler. Sermaye denince akla gelebilecek pek çok şey de elle tutulur şeyler. Ancak verimlilik gözle görülmeyen bir şey olduğu için Türkiye’deki tartışmalara pek konu olmaz. Aslında ne üzücüdür ki, Türkiye’nin asıl ihtiyacı olan verimlilik konusunu ele almak yerine yıllardır enflasyon, kur ve faiz tartışmalarından çıkamıyoruz.
Enflasyon tabii ki çok önemlidir ve Türkiye’nin acil olarak çözmesi gereken sorundur. Enflasyon sürdürülebilir büyümeyi iki koldan sekteye uğratır. İlk olarak enflasyon geleceğin, yatırımların, fiyatların tahmin edilebilirliğinin büyük bir düşmanıdır. Verimliliği artırmanın temel koşulu da geleceğin tahmin edilebilir olduğu, beklentilerin yönetilebildiği bir ekonomik düzene sahip olmaktır. Yüksek enflasyonun olduğu bir düzende firmalar ve yatırımcılar uzun vadede meyve verecek verimlilik yatırımları yapmaktan çekinirler. İkinci olarak enflasyon, toplumun farklı kesimlerini farklı şekillerde etkileyerek gelir adaletsizliğini körükler.
Dünya Bankası’ndan dostlarımız Lokshin, Sajaia, ve Torre’nin katkılarıyla hazırlanan Şekil 3 ve 4, enflasyonun gelir adaletsizliğini nasıl artırdığını gözler önüne seriyor.[1] Şekil 3’te Türkiye’deki tüketiciler tüketimlerinin büyüklüğüne göre 10 eşit büyüklükte gruba bölünmüş. Yani toplum 100 kişiden oluşsaydı, en az harcayan 10 kişi ilk grupta, sonraki 10 kişi ikinci grupta, en çok harcayan 10 kişi ise 10. grupta olacaktı. Bu grafik her grubun kümülatif olarak hangi kategorilerde harcama yaptığını gösteriyor.
Örneğin en az harcayan grup, tüketiminin yarısını gıdaya, 15%’ini de barınmaya harcıyor. Ancak, en büyük tüketim grubuna kadar gelindiğinde tüketimden en çok pay alan kategori artık ev eşyaları oluyor. Toplumun daha çok harcayan kesimlerine geçildikçe gıda, içki ve tütün, barınma gibi harcamaların payı azalırken ev eşyaları, ulaşım, restoran, eğlence gibi kategorilerin paylarının artması dikkat çekiyor. Bu tablo aslında farklı alanlarda boy gösteren enflasyonun toplumun farklı kesimlerini nasıl farklı etkileyebileceğine işaret ediyor.
Nitekim, Şekil 4’te toplumun en az ve en çok harcayan kesimlerinin hissettiği enflasyon gösteriliyor. 2022’ye kadar bu iki grubu benzer şekillerde etkileyen enflasyon artışları 2021 sonundan itibaren bir başka seviyede artış göstererek yükseliyor ve 2022 Mart’tan itibaren yoksul kesimi çok daha fazla etkilemeye başlıyor. Bu tablo enflasyonun gelir eşitsizliği etkilerini nasıl artırdığını gösteriyor. Önümüzdeki bloglarımızda anlatacağımız gibi gelir eşitsizliği, toplumun en yeteneklilerinin bilim yapmasına engel olduğu için verimliliğe zarar veriyor. Dolayısıyla hem güvenilir beklentilerin oluşması hem de gelir adaletsizliğine olan etkisinin azalması için enflasyonun baskılanması bir şart.
Ancak enflasyonun sabitlenmiş olması, verimliliğin büyümesi için yeterli bir koşul değil. Asıl zorlu yol burada başlıyor. Türkiye için sürdürülebilir büyümeyle sonuçlanacak politikalar yapabilmek için verimliliği iyice anlamak, ve onu belirleyen unsurların özüne inmek gerekiyor. Yarınki blog yazımız verimliliğin ne olduğunu ekonomi literatüründeki karşılığı ile ela alacak, Türkiye’nin verimlilikte diğer ülkelere kıyasla nerede olduğunun ölçümünü yapacak. Eğer kaçırmak istemiyorsanız, aşağıdan mail listemize kaydolmayı unutmayın.
Yarın görüşmek üzere.
[1] Grafikler bahsi geçen araştırmacıların münferit çalışmasıdır, Dünya Bankası’nın görüşlerini ve ölçümlerini temsil etmemektedir.